Platform Kooperatifçiliği İnternet’i Nasıl Özgürleştirir?

1998 yılında San Francisco Mission District’te küçük bir Budist tapınağına taşındım. Bu komündeki ruhani yoldaşlarım, tapınakta zaten bir bilgisayar varken biriktirdiğim tüm parayı bir IBM dizüstü bilgisayara neden yatırdığımı anlayamamıştı.  İnternetin toplumsal etkisini araştıran bir kişi olarak, bir bilgisayarı toplu halde kullanma teklifi beni şaşırtmıştı. O noktaya kadar, bana göre, internet toplu sahipliği değil, bireysel kullanım anlamına geliyordu. Bu deneyim bana, gerçek bir paylaşım kültürünün, her şey gibi teknolojinin de paylaşılması anlamına geleceğini gösterdi.

Geçtiğimiz beş yılda, “paylaşım ekonomisi”nin teknoloji alanındaki mahareti, zamanın ruhuyla derin bir uyum içinde oldu. Topluluğu, az kullanılmış kaynakları ve açık veriyi vurgulayan gerçek paylaşım ekonomisi, başlangıçta şirketlerin gücüne bir rakip olarak sunulmuştu. Tıpkı Budist dostlarım gibi, bu ekonominin öncüleri de çim biçme makinelerinin, matkapkarın ve otomobillerin kullanımının paylaşılmasını teklif etti. Ancak daha sonra, birçok platformun arkasındaki kâr amacı gütmeyen değerlerin, Silikon Vadisi’nin yönetim kurullarında yeniden yazılmasıyla, “paylaşım ekonomisi” kavramını bir isim hatasına çevirdi. Günümüzde paylaşım ve çalışmanın geleceği konusunda çeşitli kehanetlerle karşı karşıyayken, toplumun uber’leşmesine çıkan durdurulamaz bir evrim olmadığını ve daha pozitif alternatiflerin mümkün olduğunu kendimize hatırlatmamız gerekiyor.

Ekonomist Tyler Cowen, Average Is Over adlı kitabında, küçük bir “hiper meritokrasi” milyonlarca dolar kazanırken geri kalanımızın yılda 5.000$ ile 10.000$ arasında kazanarak yaşama mücadelesi verdiği bir gelecek öngörüsünde bulunur. Cowen, şakayla karışık olarak, bunun Meksika’da oldukça iyi bir biçimde işlediğini söylüyor. Carl B. Frey ve Michael A. Osborne, risk altındaki tüm işlerin yüzde 47’sinin önümüzdeki yirmi yılda otomatikleşmesini öngörmektedir.  Hükümetten herhangi bir düzenleme ve işçilerden direnç gelmediği bir ortamda pek değer verilmeyen işçilerini sömürecek Travis Kalanick (Uber), Jeff Bezos (Amazon) veya Lukas Biewald (CrowdFlower) gibi platform sahiplerinin vizyonu konusunda da hiçbir şüphem yok. Paul Mason’ın ve Kathi Weeks’in, hayattaki fırsatlar hakkında düşüne biçimimizi evrensel temel gelirin belirlediği kapitalizm sonrası ve çalışma sonrası bir gelecek vizyonuna tamamen katılıyorum. Ancak, Finlandiya’nın aksine, Amerika Birleşik Devletleri’nde bu senaryonun önümüzdeki iki yılda gerçeğe dönüşme olasılığı pek yüksek değil. Bu durumda mesele, geleneksel sosyal güvenlik programlarının, haftada kırk saat çalışmanın veya düzenli ödenen ücretlerin getirisini görme olasılığı düşük olan Amerikalı iş gücünün üçte birlik bölümü içerisinde en kırılgan kesimi için bu kesimle birlikte şu an ne yapabileceğimiz haline geliyor.

Günümüzde internet, ARPA tarafından tasarlanmış, ticari amaçlı olmayan, dağıtık, Sputnik sonrası ağa pek benzemiyor.   Eğlence kaynaklarımızın, çalışmak için her gün oturum açtığımız platformların, bizi sürekli geribildirim döngülerine sokan uygulamaların hepsinin az sayıda varlıklı kurucu ve hissedarın mülkiyetinde olduğunu fark ediyoruz. Bu tamamen kabul edilemez bir durum ve tam da bu yüzden 2014 yılında bir “platform kooperatifçiliği” teorisi ortaya attım. Talep ekonomisindeki işçilere “aslan gibi yaşa” çağrısı yapılsa da, biraz daha esneklikle daha fazla risk ve daha sıkı işverenler ortaya çıkmıştır. Talep ekonomisindeki ortalama bir işçi, iş gücü platformları üzerinden yılda 7.900$ kazanıyor. Bu da, işçilerin birçoğunun bu dijital ekonomide sadece kısmi zamanlı çalıştığını gösteriyor. Bu tartışmada sıklıkla göz ardı edilen ise, örneğin, yüzde 40 üniversite mezunu olan ve işini kaybedebilecek geleneksel taksi şoförlerine kıyasla daha yüksek olasılıkla beyaz olan Uber sürücülerinin piyasanın dışına attığı kişiler.

“Paylaşım ekonomisi” iş modellerinin birçoğu, yasaların stratejik bir biçimde geçersiz kılınması üzerine kurulu. Şirketler, belediyelerin yönetmeliklerini ve iş hukukunu bilerek ihlal ediyor. Bu da, onların rekabetin altını oymasına ve ardından büyük müşteri tabanlarını, şüpheli çalışma biçimlerinin lehine olacak mevzuat değişikliklerini istemeye teşvik etmelerine olanak tanıyor. Şirketler ayrıca, uygulama tabanlı tüketicilerini, kurumsal çıkarlarına yönelik lobi yapmalarına yardımcı olmaları için siyasi bir halk hareketi olarak harekete geçiriyor. Gizliliğin de işçiler ve müşteriler için önemli bir mesele olması gerekir. Uber, günlük işe gidiş-gelişlerinden tek gecelik ilişkilerine kadar müşterilerinin rutin kullanımlarını analiz ederek bu hizmeti en fazla kullandıkları zamanlara göre dalgalı fiyatlandırma uyguluyor. Hukuki gri bölgelerde gezen bu denetimsiz şirketler bazen çalışanlarını bağımsız yüklenici olarak gösteriyor.  Onlara “Mechanical Turk üyesi”, “sürücü ortak” veya “tavşan” adını veriyor ve hiçbir zaman işçi olarak göstermiyor. İnternet perdesi altına gizlenerek, emek şirketi değil, teknoloji şirketi olduklarına inanmamızı istiyorlar.

2000 ile 2010 arasındaki 10 yılda, ABD’nin ortalama geliri enflasyona göre düzeltildiğinde yüzde 7 azaldı. 2014 yılında, Amerikalıların yüzde 51’i yılda 30.000$’dan az kazanırken, yüzde 76’sının birikimi yoktu. 1970’li yıllardan bu yana insanları doğrudan istihdamdan uzaklaştırma konusunda gösterdiğimiz düzenli çabalar sonucunda bağımsız sözleşmeli çalışan ve freelance çalışan sayısında istikrarlı bir artış görüyoruz. Düşük ücret krizinden doğan dijital emek de bu sürecin bir parçası .

“Paylaşım ekonomisi” bize gerçekte ne kazandırdı? Tüketici için kolaylık ve az sayıda kişi için kısa vadede kâr getirmenin ötesinde, bu durum, sosyal refah ve çevresel sürdürülebilirlik yönünden kapitalizmin insanlara sahip çıkma konusunda inanılmaz düzeyde etkisiz kaldığını ortaya koydu. 1886 Haymarket Ayaklanmasına ve 1911 Bluz Fabrikası yangınından sonraki protestolara kadar uzanan yüz yılı aşkın işçi mücadelesinden elde edilen kazanç, bir gece gibi kısa görünen bir zamanda yerle bir oldu. Ayrıca, çalışan sayısı hızla azaldığından, 1938 Adil Çalışma Standartları Yasası aniden etkisini kaybetmeye başladı.

Yirmi birinci yüzyılın işçilerle ilişkili tüm sorunları – eşitsizlik, artmayan ücretler, hakların kaybedilmesi – arasından en büyük çıkmaz, çok az gerçekçi alternatif var gibi görünmesidir. Ancak, alternatifler vardır. Burada dört yaklaşım üzerinde duracağım.

İlk iki yaklaşım, şirket sahipleri ve hükümet ile müzakereye olan güven üzerine kuruludur. Örneğin, Ev İşçileri İttifakı, politika yapıcıların kendilerini destekleyeceği ve platform sahiplerinin bunlara uyacağı ümidiyle bir İyi İş Yasası oluşturdu. Seattle, Uber’i vergilendirdi ve sürücülere sendikalaşma hakkı tanıdı. New York City Belediye Başkanı Bill de Blasio, Uber araçlarını sayısını sınırlama girişimlerinde bulundu ve San Francisco belediyesi Airbnb’yi düzenlemeye çalıştı. Üçüncü yol, üretimi tümden piyasanın dışına taşımak. Yochai Benkler’ın “piyasa dışı eşlerin üretimi” adını verdiği bu yaklaşımın en başarılı örneği Wikipedia’dır. Son olarak, tazminatlı iş gücü piyasası için dördüncü bir yaklaşım vardır: sahip olmadığınız şeyi değiştirmenin zor olduğu anlayışı üzerine kurulu bir sosyal örgütlenme olan platform kooperatifçiliği.

Platform kooperatifçiliği hakkındaki düşüncelerim, The New School’daki Dijital İş Gücü konferanslarına çok şey borçlu. 2009 yılında başlayan bu konferanslardan yakın tarihli olan bir tanesi 2015 yılında düzenlenen Platform Kooperatifçiliği konferansıydı. Başlangıçta, bu etkinliklerde tartışmalar İtalyan İşçiciler, maddi olmayan emek ve “oyun emeği” üzerinde yoğunlaşıyordu.  Burak Arıkan, Alex Rivera, Stephanie Rothenberg ve Dmytri Kleiner gibi sanatçılar, halkı bu konularda uyarma konusunda öncü bir rol oynuyordu. Daha sonra, tartışmalar daha çok Amazon Mechanical Turk veya Filipinler’deki içerik denetim çiftlikleri gibi kitle kaynağı sistemlerindeki binlerce görünmez işçinin sömürülmesini ifade eden “kitle sömürüsü” çevresinde yoğunlaşmaya başladı.  Geçtiğimiz birkaç yılda daha iyi bir iş geleceği için somut alternatif arayışları daha dinamik bir hale geldi.

Platform kooperatifçiliği teorisinin iki ana ilkesi vardır: komünal sahiplik ve demokratik yönetişim. Bu kavram, 135 yıllık işçi özyönetimini, kabaca 170 yıllık kooperatif hareketini ve ortaklık temelli denkler üretimini ücretli dijital ekonomiyle bir araya getiriyor. “Platform” terimi, telefonlarımızı veya bilgisayarlarımızı açtıktan sonra zaman geçirdiğimiz, kurcaladığımız ve değer ürettiğimiz yerleri ifade eder. “Kooperatifçilik”, kısmı ise Uber gibi şirketlerin yerine kooperatifler, topluluklar, şehirler ve yaratıcı birlikleri getiren iş gücü ve lojistik platformları veya çevrimiçi pazaryerleriyle ilgilidir. Bu yeni yapılar teknolojiyi sahiplenerek yaratıcı bir biçimde yeniden şekillendirir, içine kendi değerlerini katar ve yerel ekonomiyi destekleyecek biçimde işletir.  Gerçekten, Danimarka’daki bir köyün veya Texas’ın kırsal batısında Marfa gibi bir kasabanın, kendi Airbnb’lerini kurabilecekken, neden Silikon Vadisi’ndeki elli küsur kişi için kâr üretmesi gereksin? Az sayıda kişi için kâr üreten sıradaki Silikon Vadisi olmak yerine, bu şehirler yerel kullanım değerlerini en üst düzeye çıkaracak bir kooperatif platformunun kullanılmasını zorunlu kılabilir.

Bir kooperatifin mülkyetindeki çevrimiçi iş gücü aracılarından Fairmondo gibi pazaryerlerine, film yönetmenleri ve hayranlarının sahip olduğu video aktarım sitelerine kadar platform kooperatifleri zaten mevcuttur.  Stok fotoğraf kooperatifi Stocksy’nin sahibi ortak fotoğrafçılardır. San Francisco’daki masaj terapistleri ise freelance çalışanların mülkiyetindeki çevrimiçi iş gücü pazarı Loconomics’i kurmuştur.  Cornell University öğrencileri de Sunset Park, Brooklyn’deki düşük gelir düzeyine sahip göçmen kooperatifleri için (ve onlarla birlikte) Coopify’ı oluşturmuştur. Platform kooperatifleri, evde sağlık bakımı çalışanlarının yanı sıra ekstra kazanç sağlamaya ihtiyacı olan düşük gelirli kişiler veya emekliler için cazip bir seçenek olabilir. ABD’de her yıl hapishanelerden tahliye edilen 650.000 kişi onurlu bir iş yapmaya geri dönebilir. Son olarak, platform kooperatifleri, İsveç gibi bir ülkede dahi göç ettikten sonra iş bulması sekiz yıl kadar sürebilen mülteciler için cazip bir seçenek olabilir. Bu modelde, platformun kolektif sahipleri olabilecek işçilerin, onları pasif olmak için eğiten eski sistemin yanlış yönlerini kabullenmesine gerek kalmayacaktır.

Çok az kişi soyut ilkelere dayalı bir platform oluşturma ihtiyacı hissedecektir. Ancak bu çalışmalara kendini vermiş kişiler için ortak ilkeler ve değerler önemlidir. Rochdale Adil Öncüler Topluluğundan ABD’nin güneyindeki Afrikalı Amerikan kooperatiflerine, İspanya’daki Mondragon Corporation’a kadar, her türlü kooperatifin oluşturulması, her zaman küçük bir çalışma grubuyla başlamıştır. Siyaset bilimci Elinor Ostrom, titiz bir araştırma yapmadan alternatifler oluşturmak istemenin boş bir hayalden öteye gidemeyeceğini hatırlatır. Kooperatif kültürü hakkında gerçekçi olmak esastır. ABD’de kooperatiflerin tarihinden öğrendiğimiz kadarıyla, kooperatifler gerçekten daha istikrarlı bir gelir ve onurlu bir iş ortamı sağlayabilmektedir. Yapıcıların (maker) sahip olması gereken heves, anlaşılır bir biçimde şüpheci akademisyenlerle her zaman uyum içinde değildir. Bunlar arasındaki diyalog önemlidir. Örneğin, bu kişiler birlikte Rochdale ilkelerini dijital ekonomi için yeniden yazabilir. Eğitim, platform kooperatifçiliğinin önemli bir köşe taşıdır.

Platform kooperatiflerinin bahsedeceğim ilkeleri izlemesi gerekir. Bunlardan ilki, daha önce açıkladığım gibi, komünal sahiplik platformları ve protokolleridir. İkincisi, platform kooperatiflerinin, kooperatifte çalışan herkese gelir güvencesi ve iyi bir ücret sağlayabiliyor olması gerekir. Geçmişimiz de kooperatiflerin bunu yapabildiğini göstermektedir. İtalya’da çalışan sahipliğini, tüketici kooperatiflerini ve tarım kooperatiflerini destekleyen bir bölge olan Emilia-Romagna’da işsizlik oranı, İtalya’nın diğer bölgelerinden düşüktür. Kooperatiflerin bayrak gemisi olan Mondragon, 2013 yılında 74.061 kişiyi istihdam etmiş bir kooperatif ağıdır. Öte yandan, ABD’de portakal suyu üretimi gibi alanlarda baskın olmasına rağmen, kooperatif modeli, çok uluslu dev şirketlerle rekabet, kamuoyu farkındalığı, kendini sömürü ve ağ etkisi gibi birçok zorlukla karşılaşmıştır. Dolayısıyla, platform kooperatiflerinin hizmet etmek istedikleri toplulukları araştırması ve değer önermelerini doğru yapması büyük öneme sahiptir.

Snowden dönemi internetinin kara kutu sistemlerinin aksine, bu platformların veri akışlarını şeffaf hale getirerek fark yaratması gerekir. Müşteriler ve işçiler hakkındaki verilerin nerede depolandığını ve kimlere ne amaçla satıldığını göstermesi gerekir. Platform kooperatiflerindeki işin ortaklaşa belirlenmesi gerekir. Nihayetinde platformu dolduracak olan kişilerin, platformun tanıtımına en başından katılması, çalışma ortamlarını yöneten parametre ve örüntüleri anlaması gereklidir. Koruyucu bir hukuki çerçeve, örgütlenme hakkını ve ifade özgürlüğünü garanti altına almak için esas öneme sahip olmasının yanında, platform temelli çocuk işçiliği, ücret hırsızlığı, keyfi davranışlar, dava açma ve puanı 4,5 yıldızın altına düşen sürücüleri “devre dışı bırakan” Lyft ve Uber gibi şirketlerin “itibar sistemleri” üzerinden yaptığı aşırı işyeri gözetimine karşı koruma sağlanmasına da yardımcı olabilir. Kitle işçilerinin isimsiz işverenlerin ilan ettiği gizemli projelere katkı sağlamak yerine nasıl bir iş yaptıklarını bilme hakkı olmalıdır.

Platform kooperatifçiliği, temelde herhangi bir teknolojiyle değil, gerçek işbirliği çalışmalarının politikalarıyla ilgilidir. Yakında web siteleri ve uygulamalarla değil, giderek daha fazla 5G kablosuz hizmet (daha fazla mobil çalışma), protokol ve yapay zeka ile uğraşabiliriz. Yarının iş gücü piyasasına hazırlanmamız gereklidir. Özenli demokratik tartışmaların olmadığı bir ortamda, çevimiçi iş gücü devleri geleceğin kendi istedikleri hallerini gözlerimizin önünde üretiyor. Hızlı hareket etmemiz gerekiyor. Halihazırda Uber ve Airbnb’yi püskürtmüş Berlin, Barcelona, Paris ve Rio de Janeiro gibi kentlerle birlikte “akıllı şehirler” ve makine sahipliği çevresindeki söylemi rafine bir hale getirmemiz gerekiyor. Kooperatiflerin kullanabileceği iş geliştirme merkezlerine, küçük deneylere, adım adım ilerleyen yol gösterici rehberlere ve en iyi uygulamalara ihtiyacımız var. Program geliştiriciler, platform kooperatifleri için bir WordPress, yerel geliştiricilerin kişiselleştirebileceği bir ücretsiz yazılım iş gücü platformu kodlayacaktır. Nihayetinde, platform kooperatifçiliği sadece geleceğin yıkıcı vizyonlarına karşı koymakla ilgili değil, teknoloji ve kooperatifçiliğin evliliği ve çocuklarımız, çocuklarımızın çocukları ve onların gelecekteki çocukları için yapabilecekleriyle ilgilidir.

Yazan: Trebor Scholz
Çeviren:  İbrahim Hoça
Kaynak: The Meaning of Words, Ours To Hack and Own,  Or Books, New York, 2016,  sf: 20-26

Paylaşmak güzeldir...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir